woman-girl-having-school-problem 22 Ara 2023

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Bilinçli Ebeveynlik: Zarar Veren Tutumların Altında Yatan Nedenler

Ebeveynlik, bir çocuğun yaşamında temel bir rol oynar ve ebeveynlerin tutumları, çocuğun psikolojik ve duygusal gelişimini büyük ölçüde etkileyen karmaşık bir deneyimdir. Ancak, zaman zaman ebeveynler, çocukları üzerinde kontrolcü, eleştirici veya baskıcı bir tavır sergileyebilir. Bu yazıda, işgalci ebeveyn tutumlarının altında yatan nedenleri anlamaya çalışacağız. Dinamikleri anlamak sadece ebeveynlerin değil, tüm aile bireylerinin sağlığı açısından kritiktir.

Zarar veren ebeveyn tutumları çoğunlukla ebeveynin kendi çocukluk deneyimlerinden kaynaklanır. Duygusal yaralar bir süre sonra otomatik davranış kalıpları haline gelir. Örneğin, bir ebeveyn kendi ebeveynleri tarafından ihmal edilmişse, bu kişi çocuğuna aşırı koruyucu veya kontrolcü bir şekilde yaklaşabilir. Burada kendi çocukluğunu telafi etme söz konusu olmaktadır.

Diğer bir faktör ise toplumsal baskılardır; ebeveynler, toplumun beklentilerine karşı gelme korkusuyla çocuklarını kontrol etmeye çalışabilirler. Sosyal bir ortamda, çocuğun hareketli ve meraklı olduğu bir davranışı, dış çevreden ayıp, iyi yetişmemiş, şımarık ‘çocuk’ olarak değerlendirilebilir kaygısı, ebeveynin o çocuğa sergilediği tutumda etkilidir.

Ayrıca, stres ve duygusal zorluklar da ebeveynlerin işgalci tutumlarını tetikleyebilir. İş ve aile yaşamındaki zorluklar, ebeveynleri sabırsız, gergin ve duygusal olarak yorgun kılabilir. Bu durumda, çocuklarla iletişimde zorlanabilir ve olumsuz bir etki yaratabilir. Bireyin kendi iç huzuru ve psikolojik iyi oluş hali seçeceği tutumları belirleyen önemli faktördür.

Ebeveyn bir şeylerin ters gittiğini fark ediyor ancak değişim gösteremiyorsa, tutumlarının altında yatan nedenleri anlamak konusunda henüz farkındalık kazanmamış demektir. Ebeveynler ancak kendi geçmiş deneyimlerini ve duygusal zorluklarını tanıyarak, çocuklarına daha sağlıklı ve destekleyici bir ortam sunabilirler, değişebilirler.

Unutmamalıdır ki; Sağlıklı bir ebeveyn tutumu için sadece çocuğunuzu sevmek yeterli değildir. Ebeveynin kendi duygusal zorluklarıyla yüzleşmeleri ve içsel bir dönüşüm sürecine girmeleri önemlidir. Bilinçli ebeveynlik değeriyle bu sürece girenler, çocuklarına daha anlayışlı, destekleyici ve sağlıklı bir yaklaşım geliştirme fırsatı bulurlar.

Çektiğimiz acının en büyük kaynağı, kendimize söylediğimiz yalanlardır, der bir yazar. Bende ekliyor ve insanlar gerçek farkındalıklarına ulaşmadan yeterli ebeveyn olamayacaklardır diyorum.

Bilinçli ebeveynliğin içten doğduğunu anlamlandırabilmeniz dileği ile,

Farkındalıklı Bir Zihin, Bilinçli Ebeveynliğin İlk Anahtarıdır…

mid-shot-woman-therapist-taking- 18 Ara 2023

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Psikoterapi Yolculuğunda Kendini Keşfetmek: Neden Terapi Almalıyım?

Yaşamın zorlukları içinde, duygusal yükler ve ilişki karmaşalarıyla başa çıkmak kompleks bir hal alabilir. Psikoterapi, bu zorluklarla yüzleşmemize, içsel kaynaklarımızı keşfetmemize ve çözüm odaklı yaklaşımlar geliştirmemize yardımcı olur. Kendi iç dünyanızı keşfetmeye ve dönüşmeye hazırsanız bu sürecin nasıl geliştiğini yazımda bulacaksınız.

Psikoterapi, kendini daha derinlemesine anlama ve dönüşme sürecidir. Bu yolculuk, içsel dünyamızın keşfinde bize rehberlik eder. Kendini keşfetmek, duygusal haritamızı çıkarmak ve içsel potansiyelimizi ortaya çıkarmak anlamına gelir. Bu yolculuk, aynı zamanda kendi hikâyemizi anlamak, duygularımızı ifade etmek ve yaşamımıza anlam katmak için bir fırsattır. İnsanın ömrü hayatı boyunca çıktığı en anlamlı ve kazançlı yolculuktur. Bu yolculuğa çıkmak için Bilinçli Farkındalık gerekir önce. Psikoterapi, bilinçli farkındalıkla başlar. Kendi düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı anlamak için içsel bir gözlem başlatırız. Gözlemimiz bize içsel sorgulamaları da beraberinde getirir. Artık insan için anlamlandırılması gereken bir yaşam vardır. Bu yaşam tektir, bir kez yaşanmaktadır. Değerlilik ve biriciklik söz konusu olduğunda yolculuk kaçınılmaz olur.

Köklerimizi Anlamak ve Geçmişle Yüzleşmek yolculuğun ilk uğradığı yerdir diyebiliriz. Kendini keşfetme süreci, geçmiş deneyimlerimizle yüzleşmeyi içerir. Şu anımıza geçmişten neler aktarıyoruz? Davranış kalıplarımızı nereden ve nasıl öğrendik gibi birçok soruya cevap bulmak isteriz. Bu arayışta bazı sorunları pekiştiren geçmiş yaşantılarımız da karşımıza çıkar. Psikoterapi, bu yaşantıları anlama ve bunlarla barışma ve olumsuz kalıpları fark etme fırsatı sunar. Geçmişin ışığında, şimdiyi ve geleceği anlamak daha kolay hale gelir.

Geçmiş köklerini anlayan bireyin psikoterapi yolculuğunda artık Güçlü Yanlarını Keşfetme süreci başlar. Psikoterapinin, güçlü yanlarımızı keşfetme ve kullanma yeteneğimizi artıran bir gücü vardır. Kendimizi daha iyi anladıkça, içsel kaynaklarımızı ve güçlü yanlarımızı yeterince far ettikçe zorlukların üstesinden gelmek için kendimizi daha motive olmuş buluruz. Kendimize güvenir, elimizden gelenin en iyisini yapmak için yolculuğa devam ederiz.

Dönüşüm süreci psikoterapiye başlamış bir bireyin kendi hızına göre ulaşacak ancak muhakkak geleceği bir noktadır. Bu noktada Kendimizi Yeniden İnşa Etmek başlar. Kendini keşfetmek elbette dönüşümle sonuçlanır. Psikoterapi sayesinde, olumlu değişimlerle dolu bir yeniden yapılanma sürecine gireriz. İçsel dengemizi bulur, ilişkilerimizi güçlendirir ve hayatımıza anlam katmayı öğrenmiş oluruz.

Yolculuğun sonu şuna çıkar ki; o da Özgürleşme ve Yeniden Yaşama Bağlanma’dır. Psikoterapi ile birlikte kendimizi kabul etmek, sevmek ve anlamak, yaşamımızı zenginleştirir ve daha anlamlı kılar. Unutmayın; Bir insan kendini kabul etme ve anlama kapasitesi kadar diğerleri ile ilişki kurabilir ve yaşamındaki sorunları çözebilir.

Gireceğiniz bu süreçte her adım, psikoterapi yolculuğunun bir parçasıdır ve bu yolculuk, içsel zenginlikleri keşfetmek için değerli bir araçtır. İçsel dünyamıza ışık tutan bir keşif yolculuğunda psikoterapinin rolünü yadsımak bireyi olumsuz kısır döngüler etrafında tutar.

Ruhsal sağlığınıza yansıyan ışıltıyı psikoterapide bulmanız dileği ile,

Farkındalıklı bakıştan, dönüşmüş bir hayata uzanacak sürecinizde gelin size destek olalım.

Courage man jump through the gap between hill ,Business concept 13 Ara 2023

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Değişimle Yüzleşmek: Psikolojik Direnç Cesarete Nasıl Dönüştürülür?

Günümüzde, değişim kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Hayatımızın farklı alanlarında; iş, ilişkiler, aile ve kişisel gelişim gibi birçok bağlamda değişimle yüzleşmemiz gerekiyor. Ancak, bu değişimlere karşı gösterdiğimiz ilk tepki genellikle psikolojik direnç olarak karşımıza çıkıyor. Peki, neden değişimle yüzleşmek bu kadar zor geliyor ve psikolojik direnç nasıl cesarete dönüşür? bir keşfe çıkalım. Girmekten korktuğunuz mağara belki de bir hazine barındırıyordur. Ne dersiniz?

Her ne kadar değişim, büyüme ve gelişme için bir fırsat sunsa da, psikolojik dirençle baş etmek genellikle zorlu bir süreçtir. Alıştığımız rutinleri terk etmek, belirsizlikle yüzleşmek ve bilinmeyenle tanışmak, doğal olarak endişe ve korkuları beraberinde getirir. Direncin en belirgin sebebi ‘Bildiğimiz cehennemi, bilmediğimiz cennete tercih etmenin’ bizi güvende hissettirmesidir. Bu tercihte kalmak, olumsuzlukları beraberinde getirse bile tanıdık bir yolda olmanın verdiği bilme hissi kişiyi sıkıca tutar.

Ancak, bu zorluklarla yüzleşmenin olumlu bir yanı vardır ki, oda içsel bir cesaretin ortaya çıkmasına olanak tanımaktır. Değişime giden yolda cesareti parlatmak yolunuza ışık olacaktır.

Cesaretin Kaynağı, ‘Değişime Adapte Olma Yeteneği’ ile ilişkili bir durum. Değişime karşı esnek olmak, öğrenmeye açık olmak ve yeni durumlara uyum sağlamak, içsel bir güç kaynağı olan cesareti ortaya çıkarır. Değişimle yüzleşmek, aslında kendi potansiyelimizi keşfetme ve geliştirme fırsatı sunar. Üzülme! Der, Mevlana; Bir yandan korku bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun, tek kanatla uçulmaz zaten. Korkuya rağmen değil, onunla birlikte gelecek bir değişimden bahseder bize…

Cesaretin Temel İlkeleri, ‘Kendine Güven ve Olumlu Düşünce’. Değişimle başa çıkma sürecinde bize rehberlik eden birer içsel pusuladır onlar. Karşılaştığımız zorluklara daha iyimser bir bakış açısıyla yaklaşmamıza yardımcı olur. İçsel güç ve cesaret, bu temel ilkelerin birleşiminde yükselir. Mevlana’nın öğretisinden devam etmek isterim; Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Der. Olumlu bakış açısının nadide örneğidir, değişim ve cesaret üzerine…

Ve son olarak; ‘Değişimle Barışmak’, psikolojik direnci cesarete dönüştüreceğiniz aşamadır. Değişimle dost olmak, sürecin bir parçası olarak kabul etmek ve içsel gücümüzü kullanarak ilerlemek, hayatımıza yeni bir perspektif katmamızı sağlar. Cesaret, değişimin kapısını açar ve bizi yeni deneyimlere, fırsatlara ve büyümeye yönlendirir. Üstadın son satırları ile tamamlayalım; Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmayı dileyen taş, ezilmeyi, yontulmayı göze almalıdır…

İçsel cesaretinizin, sizi daha güçlü kılacak adımlara götürmesi dileği ile..

Ruhunuza İyi Gelen Değişimle Bizimle Tanışın…

Young beautiful woman standing in the flower field enjoyment. 11 Ara 2023

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Kendine Yolculuk: Öz saygı ve Özdeğeri Artırmak İçin Pratik Yollar

Özdeğer duygusu psikolojimizin, tabiri caizse merkez üssüdür; psikolojik kaynaklar oradan beslenir fakat özdeğer hasarlı olduğunda bazı sorunlar da aynı şekilde oradan gücünü alır’
Peki, kaynaklarımızı beslemek ve geliştirmek her yaşta mümkün müdür sorusu da akıllara geliyordur şüphesiz. Elbette mümkün! “Kendine Yolculuk” adını verdiğim bu yazıda, öz saygı ve özdeğeri artırmak için pratik yolları gelin birlikte keşfedelim.

Öncelikle, size nesneler dünyasıyla ilişkinizi tarafsız olarak gözlemlemenizi ve özellikle de ‘benim’ kelimesiyle tanımladığınız nesneleri incelemenizi öneririm. Örneğin, özdeğer duygunuzun sahip olduğunuz nesnelere bağlı olup olmadığını bulmak için dürüstçe kendinizi inceleyin. Belli nesneler size bir üstünlük ya da önem duygusu veriyor mu? Onları çıkarttığınızda kendinizde neler kalıyor? Tahmin ediyorum ki birçok düşüncelere dalmış olmalısınız şuan…

Siz bu düşüncelere odaklanırken işte özdeğeri oluşturmanın ilk adımını yapmış olacaksınız ki buna ‘Bilinçli Farkındalık’ diyoruz. Evet, kendi iç dünyanıza duyarsızlaşmadan, bilinçli bir şekilde odaklanmaktan ve kendinize dürüst bir şekilde bakmaktan bahsediyorum. Bu dürüst bakış size sadece farkındalık getirmeyip aynı zamanda zayıf yanlarınızı görmenize, üzerinde çalışılması gereken alanları belirlememize yardımcı olacaktır. Unutmayın ki; Her yolculuk farkındalık ile başlar.

Özsaygıyı geliştiren bir diğer alternatifiniz ‘Olumlu Kendi Kendine Konuşma’ deneyimleri yapmaktır. İçsel eleştirilerin yerine, olumlu ifadeler kullanarak kendi iç sesinizi güçlendirebilirsiniz. Örneğin; hedeflediğiniz bir işte kendinizi ‘başarısızım’ etiketiyle baltalamak yerine, henüz başaramadım ama çaba gösteriyorum iç konuşmasıyla, deneyimlerinize öğrenme fırsatı olarak bakabilir, özdeğerinizi artırabilirsiniz. Zor değil deneyin…

‘Küçük Adımlarla Büyük Değişim’ göstermekte mümkündür. Öz saygı ve özdeğeri artırmak, büyük bir çaba gerektirmez. Küçük hedeflere odaklanmak ve bu hedeflere ulaştıkça kendinize duyduğunuz güveni görmek, motivasyonunuzu artıracaktır. Bunun için kendinize şu soruyu sorabilirsiniz: Bugün ne yapmış olsaydım kendimle kurduğum ilişki bana pozitif duygulanım sağlardı? Bakın cevaplamaya başladınız bile…
‘İlgi Alanlarına Yatırım Yapmak’ yeteneklerinizi keşfetmek özdeğerin bir başka koruyucusudur. Kendinize değer verdiğinizde, ilgi alanlarınıza daha fazla zaman ayırmaya başlarsınız. Aynı durum tersi içinde doğrudur. Bu, sadece kendinizi geliştirmenize değil, aynı zamanda ruhsal sağlığınızı da desteklemenize yardımcı olur.

Son olarak ‘Destek Sistemini Güçlendirmek’ sağlıklı sosyal bağlar kurmak, duygusal olarak desteklenmek size olumlu bir çevre oluştururken öz saygınızı pekiştirir. Aile, arkadaşlar veya profesyonel destek, kendine yolculukta önemli bir rol oynamaktadır.

Kendine saygı ve özdeğer, yaşamın karmaşıklığı içinde bir rehber gibidir. Bu “Kendine Yolculuk”ta, kendi içimize dönerek, pratik adımlarla bu önemli değerleri nasıl güçlendirebileceğimizi keşfetmek, daha tatmin edici ve anlamlı bir yaşamın kapılarını aralayabilir. Açtığınız her kapının özdeğerinizi ve öz saygınızı yükseltmesi dileği ile,

İçsel Potansiyelinizi Geliştirin, Hayatınızı Dönüştürün!

Business people using internet 11 Ara 2023

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Sanal Gerçeklikte Kaybolmak: Sosyal Medyanın Psikolojik Etkileri Nelerdir?

Sosyal medya, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ancak bu dijital dünya, sadece fotoğraf ve paylaşımların ötesine geçiyor. Sanal gerçeklikte kaybolmak, zaman içinde pek çok kişinin deneyimlediği bir durum. Peki, bu dijital labirentte kaybolmanın psikolojik etkileri nelerdir birlikte inceleyelim.

İlk bakışta, sosyal medyanın insanları birbirine bağladığı ve bilgi alışverişi sağladığı bir platform olarak düşünebiliriz. Ancak, bu platformlar aynı zamanda bir kişinin kendisini diğerleriyle kıyaslaması, beğeniler ve takipçi sayıları üzerinden değerlendirilmesi gibi yeni psikolojik dinamikleri de beraberinde getiriyor. Açık bir gözlemle ifade edebiliriz ki; insanlarda sosyal medyanın yarattığı mükemmel dünya algısı var. Beğeni sayıları, takipçi sayıları ve paylaşılan görüntüler, birçok kişiyi kendi gerçekliklerini sorgulamaya itiyor. Bu değerlendirme eğilimi; özgüveni ve özsaygıyı sarsarken kişinin benliğine dair yetersizlik inancını da artırıyor.

Sosyal medyanın bir diğer etkisi insanları sıkça bir “filtreleme” eğilimine itmesi. Gerçek hayatın karmaşıklığından uzaklaşıp sadece en iyi anları paylaşma çabası, insanların diğerleriyle kendilerini daha sık karşılaştırmaları; zamanla kendilerine yönelik bir memnuniyetsizlik hissi oluşturmasına neden olabilir. Sürekli olarak mükemmeliyetçi standartlara uymaya çalışmak; bireylerde kaygı, düşük güven ve depresyon gibi psikolojik sorunlara yol açabilir. Bilinmelidir ki; sanal dünya, genellikle gerçek hayatın yansıması değil, daha çok idealize edilmiş bir versiyonudur.

Ayrıca, sosyal medya üzerinden yürütülen ilişkilerin gerçek hayat ilişkilerinden farklı bir dinamik taşıdığı da unutulmamalıdır. Sanal ortamda, iletişim daha sık ve anlık olabilir, ancak bu, gerçek bağlantının yerini alamaz. Yüz yüze iletişimde hissedilen sıcaklık ve duygusal bağ gibi ilişkiyi canlı ve samimi kılan birçok faktör sanal dünyada eksik kalır.

Ancak, bu etkilerle başa çıkma ve daha sağlıklı bir denge kurma şansına da sahibiz. Yetişkiniz! Bilinçli bir şekilde sosyal medya kullanımını düzenlemek, gerçek hayat bağlantılarına daha fazla odaklanmak ve kendi değerlerimizi sanal dünyadan bağımsız olarak belirlemek, zihinsel sağlığımızı korumak adına önemli adımlardır.

Sanal dünyanın hızında kaybolursanız içinizde olup bitenleri özümseyecek ve onu kendi duyarlılığınızın bir parçası kılacak kadar vaktiniz olmaz. Gerçek yaşamın güzellikleri, dengede kalmakla, yavaşlamakla ve göz atmanın yerine bakmak, bakmanın ötesinde görmekle hissediliyor. Dijital dünyanın prangalarından sıyrılıp yaşamın anlamını ve gerçekliğini içinizde hissetmeniz dileği ile..

Bilinçli Yaşam, İçsel Zenginliğin Anahtarıdır…

Photo of hesitant unshaven male clasps hands with hesitation, has clueless expression, doubts what to do, dressed in checkered shirt, stands against white background. People and confusement concept 24 Kas 2023

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Kaygıyla İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar Nelerdir?

Ruh sağlığı sorunları, toplumumuzda giderek daha fazla önem kazanıyor. Ancak kaygı gibi yaygın bir konu ilgili olarak mevcut bir dizi yanlış anlama ve etiketleme mevcut. Kaygıya dair oluşmuş yanlış inançların yanı sıra kaygı yaşayan kaygıyla mücadele eden bireylere yönelikte yaygın yanlış inançlar dizisi karşımıza çıkmakta.
Bu yazımda; kaygının toplumda nasıl algılandığını ve yanlış algılara yönelik daha sağlıklı bir perspektif geliştirmeyi amaç edinmiş keşif yolculuğuna gelin birlikte çıkalım.

Kaygı Nedir?
Olasılıklar yani önümüzde uzanan ama henüz kat etmediğimiz ya da deneyimlemediğimiz için ne olduğunu bilemediğimiz yollar kaygı içerir. İnsan, doğası gereği geleceği bilemez, hayatta zorlanmalar ve sıkıntılar yaşar. Böyle bir yaşamda kaygı duymak kaçınılmaz bir durumdur. Aynı diğer duyguların yaşanmasının kaçınılmaz olduğu gibi. Sağlıklı kaygı bilinenin aksine tamamen olumsuzlukları beraberinde getiren bir duygu durumu değildir. Sağlıklı kaygının, insanın varlığını sürdürebilmesi için, tehlikelere karşı pozisyon alma açısından önemli bir işlevi olduğunu söylemek burada yerinde olacaktır. Bir farklı tanımla organizmanın yaptığı her şey yaşamı sürdürme çabasının farklı biçimleri ise kaygı da bu biçimlerden sadece biridir.

İnsan Neden Kaygılanır?
Kaygıya neden olan şey aslında kişisel anlamlardır. Korkulan şey herkes için aynı tehdidi oluşturabilir, fakat kaygıyı bireylerin kişisel düşünceleri ortaya çıkarır. Bir öğrencinin yaşadığı sınav kaygısını düşünelim. Sınava girmeden daha günler önce başlayan olumsuz duygu durumları, beden belirtilerini sınav anı bittikten sonraya kadar uzanan bir süreçte yaşadığına şahit oluyoruz. Aynı sınava, aynı yaş grubundan bir çok kişi girmesine rağmen, tüm adayların bu belirtileri göstermediğini de fark ediyoruz. Burada sınav başlı başına bir kaygı durumu değildir, sınavla ilgili kişinin zihinde oluşmuş anlamlar, düşünceler kaygı oluşturur, desem ne düşünürsünüz? Düşünce sistemimiz ve olayları nasıl algıladığımız duygularımızı etkileyen, çevreleyen parçalardır. Dolayısıyla kaygı dışardan gelmez, kaygı çoğu zaman insanın kendisidir. Bilişsel Davranışçı Terapiler veya danışana uygun sunulmuş uygun psikoterapi yöntemleri ile bu inanışların değişmesi, yerine yeni, sağlıklı ve işlevsel inançların oluşturulması mümkündür. Özellikle nevrotik kaygılar yaşayan kişiler için psikoterapi eşsiz bir keşif yolculuğu ve dönüşüm getirmektedir.

Kaygı ile Mücadele Eden Bireylere Yönelik Yaygın Yanlış İnançlar Nelerdir?
Kaygıya dair yanlış inançları ele almak, toplumda kaygı hakkında daha doğru bir anlayış geliştirmek ve kaygı ile mücadele eden bireylere destek sağlamak açısından önemli bir adım olacağına inanıyorum. İşte bunlardan bir kaçı…

1. “Sadece Zayıf İnsanlar Kaygı Yaşar”: Kaygı bozukluğu olan bireylerin güçlü olmamakla suçlanmasına neden olan bu yaygın yanlış inanç, bireylerde güçlü olmalıyım baskılanmasıyla daha kompleks duygu durumlarına sebep olmaktadır.
2. “Sadece Büyük Sorunlar Kaygı Yaratır”: Küçük problemler veya günlük endişelerin de kaygıya neden olabileceğini anlamamak kişide yanlış mı yapıyorum inancını arttırmaktadır.
3. “Sadece Zihinsel Bir Sorun, Fiziksel Etkisi Yok”: Kaygının sadece zihinsel bir durum olup, fiziksel sağlık üzerinde herhangi bir etkisi olmadığına dair yanlış inançlar. Kaygı beden belirtilerini beraberinde getirir.
4. “Bunu Atlatabilirsin, Yeterince Çabalarsan Geçer”: Nevrotik Kaygıların sadece kişinin iradesi ve çabasıyla geçebileceğine dair yanlış bir beklentidir.
5. “Yalnızca İçe dönük Kişiler Kaygı Yaşar”: Dışa dönük bireylerin de kaygı yaşayabileceği gerçeğini göz ardı eden bu yanlış inanç. Kaygıyı her birey yaşamaktadır.
6. “Kişiye Sadece Sosyal Durumlar Kaygı Yaratır”: Kaygının sadece sosyal durumlardan kaynaklanan bir sorun olduğuna dair yanlış inanç. Kaygı her durumda gelişebilir.
7. “Nevrotik Kaygılar Geçici Bir Durumdur”: Kaygı bozukluğunun kronik bir durum olabileceği gerçeğini göz ardı eden bu yanlış inanç gecikmiş tedavi ile bireyin yaşadığı psikolojik tahribatı artırmaktadır.
8. “Yardım İstemek Zayıflık Belirtisidir”: Profesyonel yardım almanın, zayıflık değil, aksine güçlülük ve sağlıklı bir adım olduğuna dair farkındalıklar, bireyin daha mutlu yaşamasına adım atma cesaretini yükseltmektedir.
9. “Sadece Dikkat Çekiyorsun!”: Kaygı yaşayan bireylerin dikkat çekme veya dramatize etme amacıyla bu durumu yaşadığına dair yanlış inançların baskılamış olduğu bireyler, kaygıyı anlamlandırmak ve sağlıklı hale getirmek konusunda çok daha zorlanmaktadır.
10. ” Sadece Trajik Olaylar Kaygı Yaratır”: Günlük stres, travma sonrası stres bozukluğu olmadığı sürece kaygıya neden olmaz düşüncesi insanın sağlıklı yaşama hakkına vurulmuş bir baltadır. Her yaşam tek, her insan biriciktir.

Bu alt başlıklar, kaygıyla mücadele eden bireylere yönelik yaygın yanlış inançları ele alarak, bu inançların gerçeklikle uyumsuz olduğunu ve bu tür yanlış anlamaların bireylerin kaygıyla baş etmelerini zorlaştırabileceğini vurgulamak için sunulmuştur.

Gerçekleri Aydınlatarak Huzurlu Bir Yaşama Adım Atın,
İçsel huzurunuzu bulmak ve daha sağlıklı bir yaşam için bize katılın…

close-up-person-suffering-from-a 21 Kas 2023

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Kış Depresyonu Nedir?

Kış Depresyonu Nedir?

Kış depresyonu, mevsimsel duygu durum bozukluğu olarak da bilinmekte olup genellikle sonbaharın sonlarından başlayıp kış ayları boyunca belli sürelerde yoğunlaşan ilkbahar başlangıcına kadar devam eden duygu durum halidir. Bu durum, genellikle ışık eksikliği ve mevsimsel değişikliklere bağlı depresyon semptomlarını da beraberinde getirir. Işığın azalması, beyinde serotonin (mutluluk hormonu) ve melatonin (uyku düzenini düzenleyen hormon) hormonlarının dengeli çalışmasını etkilemekte hormonel değişiklik ile de bireyin ruh sağlığı olumsuz değişim göstermektedir.

Kış Depresyonunda Olduğunu İşaret Eden Belirtiler:

1. Enerji Kaybı ve Halsizlik: Gün içinde sürekli yorgun hissetme, enerji kaybı yaşama.
2. Uyku Sorunları: Uykusuzluk veya aşırı uyku halinin süreklilik göstermesi.
3. Ağırlık değişimleri: İştahın artması veya gelişmesi sonucu kilonun değişmesi.
4. Dikkat ve Konsantrasyon Sorunları: Zihinsel odaklanmada zorluk yaşama, kararsızlık.
5. Sosyal İzolasyon: İnsanlarla iletişimde azalma, sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınma.
6. Depresif Duygular: Genel bir hüzün, umutsuzluk ve keyif kaybı.
7. Mevsimsel Mizaç değişiklikleri: Özellikle kış aylarında olumlu duygu durumunun belirgin bir şekilde azalması belirtiler arasındadır.

Kış Depresyonunu Normal Depresyondan Ayıran Durumlar:

Kış depresyonunun ismiyle ifade edildiği gibi, sonbahar ve kış aylarında depresif semptomları diğer aylara nazaran daha yoğun hissedilmesi ayırt edici durumlardan biridir. Klasik depresyon belirtilerinden; uyku sorunları, aşırı kilo alımı, iştahın artması ve sürekli enerji kaybı ile yorgunluk hissinin artması, kış depresyonunda yine daha yoğun gözlenmektedir. Bu belirtiler sürekli belirli mevsimlerde ortaya çıkmakta, mevsim değişince belirtiler hafiflemekte veya tamamen kaybolmaktadır.

Kış Depresyonuna Dikkat!

Mevsimsel duygu durum değişikliğini fark etmek için kişinin kendi duygusal ve davranışsal değişikliklerini özellikle sonbahar ve kış aylarında bilinçli farkındalıkla gözlemlemesi gerekir. Eğer karakteristik değişimler kış aylarında belirgin bir şekilde ortaya çıkıyorsa ve özellikle mevsimsel bir desen gösteriyorsa, kış depresyonu olabilir. Ayrıca fark edilen bu döngüsel belirtilerin bireyin mevcutta başka bir rahatsızlığa bağlı olmadan yorumlanması bir diğer ölçüt olmalıdır.

Kış Depresyonu ile Nasıl Başa Çıkılır, Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

1. Güneş Işığına Maruz Kalmak: Gün ışığı alımını artırmak için her gün dışarı çıkmak mümkün. Özellikle sabah saatlerinde güneş ışınlarına maruz kalmak, biyolojik olarak organize edilebilir.
2. Fiziksel Aktivite yapmak: Düzenli egzersizler, serotonin ve endorfin salgılanmasını artırarak duygu durumunuzu iyileştirmekte enerji seviyenizi yükseltmektedir.
3. Dengeli Beslenmek: Sağlıklı ve düzenli bir beslenme, enerji seviyenizi korumanıza yardımcı olabilir. Omega-3 yağ asitleri içeren sağlıklı besinlerin özellikle bu aylarda tüketilmesi önemlidir. Ayrıca yorgunluk hissini azaltıcı enerji sağlayan takviye edici ürünler doktor önerisi ile kullanılabilir.
4. Işık Terapisi(Fototerapi) almak: Özellikle karanlık günlerde ışık terapisi almak, doğal güneş ışığının eksikliğini gidermek için faydalı olabilir.
5. Sosyal Bağlantıları Sürdürmek: Ailenizle, dostlarınızla veya destek gruplarıyla düzenli olarak iletişimde kalmak, sosyal izolasyondan kaçınmanıza yardımcı olabilir.
6. Rutin Oluşturun: Günlük bir rutin oluşturmak, gün içinde daha fazla yapılandırma sağlayabilir.
7. Profesyonel Yardım Almak: Yaşam kalitenizi ve günlük rutinlerinizi etkilemesi durumunda, bir ruh sağlığı uzmanından terapi ve tedavileri ile ilgili yardım almak baş etme becerilerini artırmaktadır.

Kış depresyonuyla baş etmek, kişiselleştirilmiş bir tedavi gerektirebilir ve profesyonel destek almak yaşamın her saniyesinin kıymetli olduğu gerçeği etrafında her birey için önemli bir değerdir. Kişinin kendine ve duygusal sağlığına dikkat etmesi, bu duygu durum bozukluğunun daha iyi yönetilmesine yardımcı olmaktadır.

Kış Depresyonu: Soğuk Mevsimlerde Ruhsal Sağlığı Koruma Rehberi.

Yeniden Keşfedin, Yeniden İnşa Edin!
Bizimle iletişime geçin ve olumlu bir değişiklik yapmak için ilk adımı atın.

asian-kid-is-playing-jenga-wood-blocks-tower-game-practicing-physical-mental-skill_800x450 06 Şub 2022

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu(DEHB) Nedir?

DEHB (DiKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU) NEDİR?

Dikkat eksikliği veya dağınıklığı, hiperaktivite ve dürtüsellik olarak 3 boyutlu tipi olan nörogelişimsel bir bozukluktur. Erken çocukluk çağı sorunu olduğu bilinmekle birlikte çocuklar için yaygın bir bozukluk olduğu istatiksel verilerde belirgindir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğuna detaylı geçmeden önce ailelerin merak konusu içinde olduğu Neden olur? Sorusuna bir göz atalım.

Dikkat Eksikliği ve Hiperatikvite Bozukluğunun Nedenleri Nedir?

Konuyla ilgili yapılan çalışmalar genetik, sosyalizasyon, beynin hasar görmüş olması, çevresel etkenler ve sosyo-ekonomik düzey başlıkları altında toplanmaktadır. Her başlık altında bazı geçerli bulgular bulunmasına rağmen tek ve tipik bir sebebe bağlamak doğru olmamıştır. Bu yüzden Dehb’in neden oluştuğu tam olarak bilinmemektir. Ancak bulguların yüksek olan etmenlerine bakarsak; genetik faktörlerin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki; annesi, babası veya kardeşi Dehb tanısı almış bireylerde bozukluğun olma olasılığı da yükselmektedir. Bu bulgu nörolojik kaynağın önemli bir neden olduğunu bize gösterir. Beyin hasarı almış kişilerin yine belli kısmına Dehb tanısının konulmuş olması, nedenlerinden birine daha işaret etmektedir. Ayrıca sosyalizasyon ve çevresel faktörler olarak bahsedilen durumlar ise; doğum anı travmaları veya doğum problemleri, erken bebeklik ve çocukluk çağında özellikle beyin gelişiminin önemli olduğu dönemlerde birçok olumsuz yaşantıya maruz kalmak, ihmal ve istismar edilmek, sosyo-ekonomik düzeyin düşüklüğü ile sürekli baskı altına alınmaktır. Dehb tanısını alan bireylerin klinik değerlendirmelerinde bu nedenlerin yine belirgin oranda etkili olduğunu söylememiz mümkündür.

Dehb’in 3 Tip Bileşeni:

  1. Dikkatsizliğin belirgin olduğu tip: Dikkat dağınıklığı ve eksikliğin yaygın belirtileri vardır. Hiperaktivite gözlense bile tanı alacak düzeyde değil seyrektir.
  2. Hiperaktivite ve dürtüselliğin belirgin olduğu tip: Aşırı hareketliliğin yaygın belirtileri vardır. Dikkatsizlik gözlense bile tanı alacak düzeyde değil seyrektir.
  3. Birleşik tip: Hem dikkatsizliğin hem aşırı hareketliliğin aynı anda ve tanı alacak şiddette var olmasıdır.

Yukarıdaki ayrımdan anlaşıldığı gibi Dehb sadece dikkatsizlik veya sadece aşırı hareketlilik değildir. Çocuklarda aşırı hareketlilik olmadan da dikkat eksikliği eşlikçi olabilmektedir. Klinik verilere göre Dehb’in en yaygın görülen türü ise birleşik tiptir. Ayrıca erkeklerde kadınlara oranla daha sık rastlanmaktadır. Çocuklarda görülme oranı %5-10 arasında iken, yetişkinlerde %4-8 oranlarında görülmektedir.

Dehb’in Belirtileri Nedir?

  • Okul ve ev ödevlerinde sık sık hatalar yapma, ayrıntıları çoğu zaman kaçırma,
  • Aktivite planlamada zorluk yaşama,
  • Kendine verilen görevleri yerine getirmede zorluk yaşama, tamamlayamama,
  • Diğerleri konuştuğunda dinlemiyormuş gibi görünme,
  • İşleri verilen süre ve yönergelere göre yapmakta güçlük yaşama,
  • Dikkat süresinin kısa olması,
  • Çevredeki uyarıcılarda kısa süreler içerisinde geçiş sağlama, uzun süre bir uyarıcı üzerinde kalamama,
  • İşlerden ve ödevlerden kaçınma, erteleme, isteksiz olma
  • Günlük işlerde sık unutkanlık yaşama,
  • Yerinde oturamama, sürekli gezinme isteği duyma,
  • Elin ve ayağın boş durmaması, oturduğu yerde dahi kıpırdama,
  • Çok fazla konuşma,
  • Beklemekte güçlük yaşama(bir şeyi hemen elde etmek, sıra bekleyememek),
  • Soru bitmeden cevaplamaya çalışma.

Sıralanan bu belirtilerin belli çoğunluğunun en az 6 ay sürmüş olması, sürekli olması ve birden çok ortamda gerçekleşiyor olması çocukta Dehb olduğu ihtimalini doğrulamaktadır. Aileler veya öğretmenler, bu davranışlara sıkça rastlıyor ise hemen uzmandan yardım alınması gerekir.

 

Dehb Tanısı Ne Zaman ve Kimler Tarafından Konur?

Dehb’le ilgili en önemli sorulardan ve ayrımlardan biri tanının ne zaman konulacağıdır. Nörogelişimsel bir bozukluk olması nedeniyle çocuklarda 3 yaşını doldurduktan sonra belirtileri fark edilebilir. Ancak tam tanı alması için çocuğun 6 yaşını doldurması gerekir. Çünkü 3-6 yaş okul öncesi dönem çocukları için dikkat sürelerinin kısa olması, hareketlilik düzeyinin ve huzursuzluğun yüksek olması, gelişimsel dönem özellikleri olabilmektedir. 6 yaştan önce çocukta dikkatsizlik, dürtüsellik ve hiperaktivite belirtileri görülebilir ancak tanı için 6 yaşı beklemek doğru ve sağlıklıdır.

Tanı ile ilgili zamanlamaya yer vermişken tanıyı kimin koyacağı tabi ki önemli bir diğer konudur. Dehb tanısı; psikiyatristler, psikologlar, psikolojik danışmanlar olarak alanda eğitimini almış ruh sağlığı uzmanları tarafından konulmalıdır. Tanı için çocuğun yaşına ve gelişimine uygun olan dikkat ölçme araçlarının kullanılması güvenilir sonuçlar vermektedir. D2 testi ve Moxo Dikkat Testi başvurulan başlıca ölçme araçlarıdır. Dehb’in kendini birden çok ortamda(ev, okul, vs.) gösterdiğini göz önünde bulundurduğunuzda ailenin ve öğretmenin gözlem ve görüşünü almak klinik değerlendirmeyi güçlendirecektir.

Dehb’in Tedavisi Nedir?

Genetik yatkınlık ve nörogelişimsel bozukluk olmasından dolayı, Dehb’in tedavi ile tamamen son bulacağı kanısı uygun değildir. Psikiyatristler tarafından öngörülen uygun muayeneler sonucu bazı hormonsal düzensizlikleri dengelemek amaçlı tıbbi ilaçlar verilmektedir. Ancak ilaçla tamamen çözülen bir sorun olmayan dengeleme sağlansa dahi bireyin günlük yaşamını yönetilmesi için uygun beceriler edinmesi gereklidir. Bu yüzdendir ki, Dehb tanısı almış bireylerin tedavi aşamaları bir çok alanda olduğunda fayda sağlanmaktadır. Tek başına ilaç yardımının yeterli olmadığı görülmüştür. Dehb ile ilgili yapılan klinik çalışmalarında, çocuklar ve yetişkinlerin özellikle günlük yaşam becerilerinde sorun yaşadığı gözlenmiştir. Bireyler uyarıcılara çok açık, istemsiz hareketlilik hali içindedir. Dikkat sürelerinin uzatılması ve edimleri kontrol altına alabilen çalışma ve egzersizlerin geliştirilmesi ile bireyde Dehb’in oluşturduğu olumsuz etkiler azaltılmaya çalışılmalıdır. Bu beceriler psikoterapi ile mümkün olmaktadır. Tanı alan bireyle bireysel psikoterapi yürütmek, aynı zamanda aileye problemle ilgili psikoeğitim sağlamak ve ev içi egzersizlerle çocuğu bütüncül çerçevede desteklemek, bire bir ders takviyesi ile eğitsel destek sağlamak ve öğretmenlere müşavirlik etmek, problemin etkilerini ciddi düzeyde değiştiren tedavi aşamalarıdır. Tedavinin büyük kısmının psikoterapiden oluştuğu aşikârdır. Ayrıca ilaçsız takviyeler, bireyin motivasyonunu ve kendine olan güvenini ilaca göre daha yüksek düzeyde tutmasına yardımcı da olmaktadır.

DEHB Tedavisinde En Sık Kullanılan İlaçsız Psikoterepi Yöntemi: Attentioner DEHB

  • Çocuk ve ergenler için geliştirilmiş nörogelişimsel tabanlı Attenioner Programı ile Dehb sorununa ilaçsız çözüm sağlanabilmektedir.
  • 7-18 yaş aralığına uygulanmaktadır.
  • Yapılandırılmış 15 oturumu kapsamaktadır.
  • Haftada bir kez çocuk veya ergenle yapılandırılmış seanslar gerçekleştirilmektedir.
  • Aile oturumlarında, ev içi egzersiz ve aktivitelerle, çocuk veya ergen oturum dışında da desteklenmektedir.
  • Dehb tanısı almış çocuklara uygulanmasının yanı sıra tanı almamış ancak dikkat becerilerini iyileştirmeyi hedefleyen çocuklarda da uygulanmaktadır.
  • Programın amacı, bireyin dikkat süresini uzatmak, dikkatlerini daha iyi toplamalarını sağlamaktadır.
  • Kendi başlarına problem çözme becerilerini desteklemektedir.
  • Dürtü kontrolünü sağlamaktadır.
  • Sorun çözme becerisinin gelişmesiyle öfke kontrolü de sağlanmaktadır.
  • Çocuk ve ergenle program boyunca hayatın tüm becerileri deneyimlenmektedir.
  • Günlük yaşam becerisi artmaktadır.
  • Bireyin motivasyonu desteklenmekte ve ayrıca kendine güveni artmaktadır.

Attentioner Dehb, etkililiği kanıtlanmış ve bireylere çözüm sunan bir programdır. İlaçsız çözüm sağlaması ve çözümlerin kalıcı olması, ebeveynler tarafından tercih edilmesini sağlamaktadır.

 

EMDR AFİŞ_800x450 27 Oca 2022

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Emdr Terapisi Nedir?

Emdr Terapisi, öncelikle bir psikoterapi tekniğidir. Türkçe açılımı, Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme anlamına gelmektedir.

Beyin, Adaptif Bilgi İşleme Modeline göre günlük yaşamda birçok bilgiyi işlemektedir. İnsan öğrenen bir varlıktır ve en kalıcı öğrenmeler yaşantılarımızdan ortaya çıkmaktadır. Gün içerisinde birçok duygu, düşünce, imgeler ve beden duyumlarını deneyimleriz. Beynin işleme sisteminde karşılaşılan her deneyim kişi için işlevsel ve uyumlu hale getirilir. Emdr Terapisine ve bu işleme sistemine göre yaşanılan bazı olumsuz olaylar, anılar ve deneyimler sağlıklı işlemler görmez. Birey yaşadığı duyumları duygu ve düşünceleri ne yaşamına sağlıklı entegre edebilir ne de bu yeni yaşantıdan sağlıklı sonuçlar çıkarabilir. İşlevsel halde bulunmayan bu yaşantıların ise ya tamamı ya da bazı kısımları bireyin yaşamında sürekli canlı halde kalır ve etkisini çoğu zaman hiç kaybetmez. Sizler de bu tür yaşantılarınızdan dolayı ve hatta farkında olmadan şu cümleleri kurmuş olabilirsiniz. Geçmişi unutamıyorum. Sürekli geçmişte bir parçam var gibi. Bazı anılar hiç etkisini kaybetmiyor. Geçmişin acıları hiç silinmiyor aksine düşündükçe daha çok acıtıyor…

Görüldüğü gibi olumsuz yaşantılar bazen farkında olarak bazen olmadan yaşamımızda var olmaya devam etmektedir. Olaylar geçmektedir ancak olayların bıraktığı izler, oluşturduğu anlamlar, hissettirdiği olumsuz, uyumsuz duygular kişiye eşlik edebilmektedir.

Emdr Terapisine göre kişinin yaşamında var olmuş olumsuz yaşantılar, günlük yaşamımızdaki rahatsızlıkların temelidir. Travmatik anılar, acı bırakan olaylar, beynin işleme siteminden sağlıksız, işlevsel olmayan halde geçmiş deneyimler, uyumsuz duygu ve düşüncelerle kendini göstermektedir.

Örneğin: dokuz yaşında babanız sizi herkesin içinde küçük düşürmüş ve aşağılamış birçok yaşantıya maruz bıraktıysa, siz kendinizi otuz iki yaşında hala değersiz ve yetersiz hissedebilirsiniz. Hatta kendinize her olay karşısında, ben değersizim atfında bulunabilir, bedeninizin hep aynı bölgelerinde belirgin somatik ağrılar hissedebilirsiniz. Bu demek oluyor ki olumsuz yaşantılar size günlük yaşamınızda bazı izler bırakmakta ve benzer olay örgüleri ile karşılaştığınızda işlevsel olmayan bakış açıları belirmektedir. Bir başka deyişle; travmatik anılarınızın acıları, günlük yaşamınızdaki başka anlarınızdan tetiklenerek ortaya çıkmaktadır.

Emdr terapisi, zamanında sağlıklı işlem görmemiş anıların yeniden işleme sürece alınmasını sağlamaktadır. Kişide rahatsızlık oluşturan duygular, düşünceler geçmişe dayanıyorsa bu rahatsızlıkların giderilmesi de geçmişteki atıfların değiştirilmesine bağlı olacaktır. Emdr Terapisi ile bireyin travmatik yaşantıları yeniden işlendiğinde, günlük yaşamdaki bakış açısı olumlu ve sağlıklı yönde değişmekte, uyumsuz düşüncelerden sıyrılmaktadır. Geçmişin acı anıları artık kişi ile devam etmiyor olmaktadır. Rahatsızlıkların azaldığı bu yöntemde sadece geçmiş anıların etkileri azaltılmakla kalınmamaktadır. Artık geçmişine şefkatle bakan bir birey, şimdi ve gelecekte daha umutlu hislerle yaşamını sürdürmektedir. Odağı artık şimdi ve gelecektedir..

Emdr terapisinin çalışma anıları genel olarak geçmiş ve travmatik anılardır dedik. Daha geniş perspektifte Emdr yöntemi; doğal afetler, kazalar, ölüm ve kayıplar, istismar ve tacizler, savaşlar başta olmak üzere çocukluk çağında günlük yaşam işlevselliğini bozmuş her türlü anılarla çalışmaktadır.

Emdr Terapisi ne kadar sürer?

Emdr, kısa süreli çalışılan ve konuşma terapisi olmayan bir yöntemdir. Çift yönlü uyarımlarla beynin yeniden işleme sürecini aktif kılmak ve sağlıklı işlevsel bakış açıları geliştirmek amacı güder. Emdr yönteminde anıyı duyarsızlaştırma ve yeniden işleme sürecinin belli aşamalarla izlenen protokolleri vardır. bu protokoller doğrultusunda süreç devam etmektedir. Anı işleme süreci, anı ağlarının yoğunluğuna ve çokluğuna, danışanın stabilizasyonuna göre değişebilmektedir. Ayrıca danışanlar bazen süreçle ilgili her hangi bir yan etki olup olmadığını merak ederler. Özellikle çocukluk ve ergenlik yaş döneminde bulunan çocukları için ebeveynler bu merakı taşıyabilmektedir. Burada yapılan psikolojik müdahale, kişiye asla zarar vermez. Yapılan kontrollü araştırmalar sonucunda, Emdr Terapisi, kısa sürede sonuç alınan, etkililiği yüksek ve birçok dünya sağlık örgütü tarafından onaylanmış terapi yöntemi olarak gücünü korumaktadır.

‘Geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir’ sözü ne çok şey anlatır.

Yaşanan olayları geriye çeviremeyiz ancak birlikte anlamlarını değiştirebiliriz.

 

IMG-20200930-WA0006 17 Şub 2021

BY: admin

Genel

Comments: Yorum yapılmamış

Çocuklarda Ödül ve Ceza Yöntemi Nasıl Uygulanmalıdır?
Ödül ve Ceza Yöntemine Neden Başvururuz?

Çocuk eğitiminde, olumlu ve olumsuz davranışlara karşı ebeveynler; ödül ve ceza yöntemlerine sıkça başvurmaktadır. Çocuğa istendik davranışı kazandırmak amaçlı başvurulan bu yöntemlerin nerede ve nasıl uygulanacağı konusunda, ebeveynler bazen yetersiz kalabilmektedir. Öncelikli olarak ebeveynler kullanacağı yöntemi uygulamadan önce, çocuğun hangi davranışları pekiştirmek istenmekte hangi davranışları söndürmek istenmekte buna karar verilmelidir. Karar verme aşamasında ebeveynler kendilerine şu soruları sorabilir:

  • Bu davranışın ödüllendirilmesi çocuğa hangi kazanımları sağlayacak?
  • İstenmeyen davranışın söndürülmesi çocuğu disipline etmek için gerekli mi?

Burada ebeveynlerin vereceği cevaplar, çocuğun gelişim dönemi özelliklerine uygun olmalıdır. Yeterli kas becerilerinin gelişmediği bir yaş döneminde çocuktan yardımsız kıyafetlerini giymesini beklemek ve buna yönelik pekiştireçler vermeye çalışmak yarar sağlamayacaktır. Ayrıca kazandırılmak istenen davranışın, çocuğun sosyal-duygusal gelişimine katkı sağlaması ebeveynlerin önceliği olmalıdır.

Ödül yöntemi; çocukta davranışın pekişmesi, kalıcı hale gelmesi ve davranışın içselleştirilmesi için bir araçtır. Ebeveynler, çocuğun davranışına ve gelişim dönemi özelliklerine uygun pekiştireçler kullandığında, ödüllendirme yönteminin yarar sağladığını görmektedir.

Ceza yöntemi; doğru ve sağlıklı kullanıldığında, çocukta istenmeyen davranışın sönmesi için pekiştireç görevi gören, çocuğu disipline etme aracıdır. Çocuk; ceza yönteminde hangi davranışlar karşısında hangi sonuçlarla karşılaşacağını önceden bildiğinde yani ceza yönteminin ikincil tip uygulama aşamasına maruz kaldığında, istenmeyen davranışı yapma olasılığı giderek düşmektedir.

Olumlu davranış geliştirmek ve davranışın içsel kazanımını sağlamak için ebeveynler ödül ve ceza yöntemini dengeli, adaletli ve yerinde kullanmalıdır.

Ödül ve Ceza Yönteminde Dikkat Edilmesi Gerekenler Nedir?

Ödüller; çocuk için olumlu pekistireçler olarak kullanılmakta ve birçok ödül çeşitleri bulunmaktadır. Çocukta gelişmesi istenilen davranışa göre uygun ödüllendirmelerin kullanılması, çocuğunu doğru tanıyan ebeveynler tarafından daha kolay olmaktadır.  Burada ödül kavramı çocuğa uygun davranış sonrası verilen sadece somut bir nesne veya oyuncak olarak görülmemelidir. İçsel duyguların pekişmesi, değer ve kabul görmek çocuğun davranışlarını pekiştirmede etkili olan manevi ve sosyal ödüllerdir.

Ebeveynler çocukları için bir otorite olarak algılanırlar. Otorite olan ebeveynin, çocuğun davranışlarına karşılık verdiği tepkilerin önemi yadsınamaz. Çocuk yaptığı olumlu davranışlarda takdir ve onay görmek ister. Çocuk, ebeveynine ‘Bak güzel bir şey yaptım’ mesajını verir ve bu mesaja bir cevap bekler. Çocuk ebeveynden beklediği karşılığı aldığında, ebeveyni tarafından kabul gördüğünü ve sevildiğini deneyimlemiş olur. Deneyimlenen duygular, davranışların pekiştirilmesinde etkili olmaktadır. Ebeveynler buradan yola çıkarak çocuğun kazanması gereken yeni bir davranışın, tutarlı ve davranış kazanana kadar sürekli verilen içsel pekiştireçlerle oluşmasını sağlayabilir. İçsel pekiştireçler; çocuğa sarılma, öpme, duygularını anlama ve ifade etme, sevgiyi sözel olarak tekrar etme, teşekkür etme gibi hem çocukla ebeveyn arasında sıcak sevgi ve ilgiye odaklanan hem çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşılayan ödüllerdir. İstendik davranış sonrasında sık sık yapılması davranışın pekişmesinde etkili olmaktadır.

Çocuklar ebeveynleriyle zaman geçirmekten, bir şeyler yapmaktan çok mutlu olurlar. Günümüzde çalışan ebeveynlerin yoğunluğu, çocukla geçirilen zamanın kısıtlı olmasına sebebiyet vermektedir. Hal böyle iken çocuğun ebeveyniyle birlikte yapacağı etkinlikler, davranış kazanımında olumlu pekiştireç olabilmektedir. Örneğin, istendik davranışı yerine getiren çocuğun akşam ailesi birlikte sevdiği bir filmi izlemesi çocuk için önemli bir ödüldür. Veya çocuğun çok sevdiği bir oyunu ailece bir gece düzenleyerek oynamak yine çocuk için anlamlı bir ödül olabilir. Burada dikkat edilmesi gereken, kazandırılmak istenen davranış ve bu davranışa karşılık ödülün ne olduğu, ne zaman verileceği veya yapılacağı çocukla önceden kararlaştırılmalıdır. Çocukla planlı yürütülen bu ödül yönteminin yanı sıra çocuğun hiç beklemediği anlarda sosyal ödüller vermek, etkinlikler düzenlemek çocuğun içsel motivasyonunu artırmakta faydalıdır.

Ceza yöntemi ise; çocuk için olumsuz pekiştireç anlamına gelmektedir. Çocuk eğitiminde; ceza yönteminin kullanılması, ebeveynler tarafından doğru anlaşılması gereken bir konudur. Ceza; çocuğun yıkıcı ve olumsuz davranışlarını kontrol altına almak ve çocuğu istendik davranışa yönelik daha disiplinli hale getirmek için kullanılmalıdır. Ebeveynler bu yöntemi kullanırken; Çocuğun benlik duygusunu zedeleyici ve kişiliği örseleyici tutumlardan uzak durmalıdır. Ceza yöntemi ile ilgili bilinmesi gereken başka bir önemli konu ise;  cezanın, çocuğa şiddeti içermemesi, çocuğu psikolojik olarak ihmal etmek ve yok saymak olmamasıdır.

Çocuklarda uygulanacak olan ceza yöntemi; istenmeyen davranış meydana geldiğinde çocuğun sevdiği bir durum veya nesneden mahrum bırakılması şeklinde olmalıdır. Buna çocuk eğitiminde ikincil tip ceza adı verilmektedir. Bu yöntemin ilk aşaması, ebeveyn ve çocuk arasında öncesinde oluşturulmuş kurallarla başlar. Çocuğa istenmeyen davranışın zararları, ne gibi sonuçlara sebep olacağı ve yerine alternatif uygun davranışın ne olduğu anlatılmalıdır. Çocuğun yaş dönemi özelliklerine göre anlatımlar eğitici hikayelerle desteklenebilir. Kurallar oluşturmadan önce hikayeleştirilebilir ayrıca resim çizme yöntemi de kullanılabilir. Burada amaç; çocuğa, istenmeyen davranış çıkar çıkmaz tepki vermek değil, kurallarla istenmeyen davranışın çıkmasına önleyici bir nitelik kazandırmaktır. Hem çocuk böylece karşılaşabileceği sonuçları önceden bilecek, istenmeyen davranışı yaptığında aslında o sonuçlarla karşılaşmayı bir nevi tercih etmiş olacaktır.

Ebeveynlerin ikincil tip ceza yöntemini kullanırken, mahrum bırakacağı şey kendi sevgisi olmamalıdır. Çocuğa karşı davranış kazandırmak amaçlı söylenen ve kullanılan, sevginin geri çekilme tehditleri çocukta korku ve kaygı oluşturmasının yanında birçok psikolojik problemlere sebep olabilmektedir. ayrıca cezalar çocuğun davranışına yönelik olmalı kişiliği hedef alan cezai durumlardan kaçınılmalıdır. Çocuğa, yanlış veya istenmeyen davranışı meydana getirdiğinde, onarma ve telafi etmeyi ebeveyn tarafından öğretilmelidir. Önce çocuk doğru, alternatif olan davranışa yönlendirilmeli ve telafi etmesi için teşvik edilmelidir. Sonrasında önceden kararlaştırılmış kural yine uygulanmalıdır. Ebeveynin tutarlı olması olumlu davranış geliştirmede önemli ölçüttür. Ayrıca ebeveyn oluşturulan kurallara uymada çocuğa öncü ve model olmalıdır.

Olumlu davranış geliştirmek, çocuğu daha disiplinli yetiştirmek, çocuğun istendik davranışları sıkça göstermesini sağlamak her ebeveyn için çocuk eğitiminde gerekli görülmektedir. Ödül ve ceza yöntemleri davranış geliştirmede dikkatli ve adaletli bir şekilde kullanıldığında ebeveynler tarafından olumlu sonuçlar alınmaktadır. Pekiştireçler sağlarken ve davranış kazanımı gerçekleştirirken; ebeveynler çocukla arasındaki kıymetli olan ilişkiye odaklanmayı unutmamalı, ortaya çıkan davranış her ne ise çocuğa olan sevgisini, ilgisini geri çekmemelidir. Ebeveynler bazen; çocuklarının olumsuz davranışlarına daha duyarlı ve hassas olduklarında, gün içinde meydana gelmiş birçok olumlu davranışları görmekte zorlanırlar. Başka bir deyişle olumsuz filtreleme yaparak çocuğun ufakta olsa çabalarını ve olumlu davranışlarını fark edemezler.

Uzun yolları aşabilmek, küçük başarılardan doğar. Ebeveyn olarak  siz de, çocuğun en küçük çabasını dahi takdir edebilirseniz büyük yolları aşmak için çocuğa cesaret ve fırsat vermiş olursunuz…